-AstroEge-

Kozmik Körlük

Evren uçsuz bucaksız: Yüz milyarlarca galaksi, trilyonlarca yıldız ve akıl almaz sayıda potansiyel yaşam alanı. Fakat buna rağmen ortada sessizlik var. Fermi Paradoksu, işte bu sessizliğin çığlığıdır: “Eğer evrende zeki yaşam bu kadar olasıysa, herkes nerede?"

BLOG

7/21/20256 min read

Bugüne kadar önerilen yanıtlar ister uygarlıkların yok olduğu, ister bizimle iletişim kurmak istemedikleri yönünde olsun, dikkatle incelendiğinde ortak bir kusuru paylaşır: Antroposantrizm, yani insan merkezcilik. Biz varlığı, zekayı, iletişimi ve uygarlığı kendi ölçütlerimize göre tanımlıyor, evrene kendi gözlüklerimizle bakıyoruz. Başka türlü düşünemiyor muyuz? İnsan algısı belirli biyolojik ve bilişsel araçlarla şekillenmiştir: gözlerimiz belirli dalga boylarında ışığı görür, beynimiz belirli mantık kalıplarıyla düşünür. Dilimiz, düşüncemizi çerçeveler. Wittgenstein’ın ünlü sözü burada yankılanır: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır. İnsanın bilinci bir araçtır ama aynı zamanda da bir kafestir.''
Biz, uzayı, zamanı, maddeyi evrimsel çıkarlarımız doğrultusunda algılarız. Gözlerimiz ultraviyole ışığı görmez; beynimiz beş boyutlu uzayı sezemez. Algımız sınırlı olduğu için, epistemolojimiz de sınırlıdır. Wittgenstein'ın dil-evren kuramına benzer şekilde, bilimimizin sınırları, varlık algımızın sınırlarıdır. Bu sınırları aşan bir yaşam formu, bizim için hiç var olmamış gibi olurdu. Belki de uygarlıklar, yıldızlararası mesafeleri kat etmiyorlar; yıldızların doğasına nüfuz ediyorlar. Belki zeka, zamanın dokusunda titreşen bir fenomen halini aldı.
Biz ise hâlâ radyo sinyalleri arıyoruz.

Belki de evren, bizim kavrayışımızın sınırlarının çok ötesinde bir zeka çeşitliliğiyle doludur. Ancak biz, kendi ontolojik kategorilerimizin ötesinde bir yaşamı tanıyamıyor, iletişim kuramıyor, hatta onun varlığını bile saptayamıyoruz. Bu bakış açısıyla Fermi Paradoksu'na getirilen çözüm şu: Evren boş değil; biz körüz.

Kozmik Körlük: Fermi Paradoksuna Bilinç ve Gerçeklik Üzerinden Bir Bakış

Bu çözüm, insanı doğanın merkezinden indirir ve onu sadece kendi bilinç sınırları içinde bir varlık olarak konumlandırır. Bu, aynı zamanda insanı, Copernicus’un Dünya’yı evrenin merkezinden indirmesine benzer şekilde, evrensel bir merkezlik yanılsamasından daha da uzaklaştırır. Kuantum mekaniği, klasik gerçeklik algımızın temelinden sallandığını gösterdi. Kozmoloji çoklu evrenlerin var olabileceğini, ancak bazılarının bizim fiziksel etkileşim kuramayacağımız biçimlerde var olduğunu öne sürüyor. Bilişsel bilim insan beyninin bilgi işleme biçimlerinin sınırlı ve evrimsel süreçlerle belirlenmiş olduğunu gösteriyor. Tüm bunlar bize şunu söylüyor: Bilim ilerledikçe sadece doğayı daha iyi kavrıyor değiliz ; aynı zamanda kendi kavrama kapasitemizin sınırlarını da daha iyi tanıyoruz. Bu nedenle, Fermi Paradoksu’nun gerçek çözümü başka uygarlıkları bulmak değil, "bulamamamızın kendisini anlamak'' olabilir.

Zeki yaşam illa ki karbon bazlı organizmalar, yıldızlararası gemiler veya radyo dalgaları kullanan uygarlıklar olmak zorunda mı? Belki bir uygarlık, yıldızların manyetik alanlarını manipüle ederek iletişim kuruyor. Belki "zeka" fiziksel formlarını değiştirmiş, enerji varlıkları haline gelmiş. Belki de varlık, bizim zaman ve mekân kavrayışımızla asla kesişmeyecek bir düzlemde sürüyor. Bu fikirler, bilim kurgu gibi görünse de, modern fizik ve kozmolojinin sınırlarında zaten tartışılıyor. Dolayısıyla, varlık ve zeka kavramlarımızı insanlık dışı bir bakışla yeniden düşünmek zorundayız. Belki de doğru soru "Onlar nerede?" değil;
"Biz onları ne ölçüde algılamaya muktediriz?" olmalıdır.

İtalyan-Amerikan Fizikçi Enrico Fermi

İnsanın evrene bakışı, bir ayna gibidir. Kendi yüzümüzü, kendi sesimizi ararız sonsuzlukta.
Bu yüzden, evrende zeka ararken de, kendi zekamızın yansımasını bekleriz. Bizim gibi iletişim kuran, bizim gibi araçlar geliştiren varlıklar arıyoruz. Radyo sinyallerine, elektromanyetik izlere, yıldızlararası gemilere dair işaretler bekliyoruz. Oysa bu beklenti, biyolojik ve kültürel evrimimizin dar çerçevesinin bir ürünüdür. Başka yaşam biçimleri, başka biliş düzlemleri, başka gerçeklik tasarımları olabilir ve bunlar bizim için tamamen görünmez de olabilir. İnsanlık, kendi epistemik kabuğunda sıkışmış bir organizmadır. Tıpkı bir karıncanın gökyüzünü anlamlandıramaması gibi, biz de evrensel zekanın formlarını kavrayamayabiliriz.

Bütün bilgi, algıdan doğar ama algımız sınırlıdır. Elektromanyetik spektrumun sadece küçük bir kısmını görürüz, zamanı sadece bir yönde deneyimleriz, mekanı, dört boyutlu bir düzlemde kavrarız. Peki ya evrenin gerçek yapısı bu sınırların dışında örgütlenmişse?
Ya zeka, bizim algılayamayacağımız bir biçimde evrimleşmişse? Bu noktada Kant’ın "kendinde şey" (das Ding an sich) kavramı önem kazanır. Biz asla şeylerin kendisini bilemeyiz; sadece algımıza yansıyan fenomenleri bilebiliriz. Belki de yıldızlar arasında bir zeka vardır, fakat bizim gerçekliğimizin fenomenal sınırlarının dışında titreşiyordur. Bizim için sessizlik olan şey, kendi düzleminde bir senfoni olabilir. Burada derin bir felsefi soru doğar:
Bir şeyi algılayamıyorsak, onun varlığı bizim için nasıl bir anlam taşır? Bertrand Russell, varlığı "algılayan bir zihne bağımlı olmaksızın süren bir olgu" olarak tanımlar. Fakat insan için, algılamadığı bir şeyi düşünmek bile neredeyse imkânsızdır. Bu, Kant’ın "kendinde şey" kavramına benzer: Gerçeklik, bizim onu deneyimleyişimizden farklıdır. Biz yalnızca "fenomenler dünyasında" yaşarız; "numenler dünyası" bize kapalıdır. Fermi Paradoksu, bu açıdan bakıldığında, numenler dünyasına dair bir sessizliktir. Belki de "onlar" oradadır ama bizim kategorilerimizde var olmuyorlar.

Zeka, bizim tanımladığımız şekilde mi evrimleşir? Organik bedenler, teknoloji, kültür? Belki zeka yıldızların manyetik alanlarını kullanarak iletişim kurar, karadeliklerin olay ufkunda bilgi işleyebilir, galaksiler arası plazma akıntılarında bilinç taşıyabilir, zamansal varlıklar olup geçmiş-şimdi-gelecek arasında serbestçe hareket edebilir. Biz, sınırlı bir örneklemeyle (yalnızca insanlıkla) zekayı tanımlamaya çalışıyoruz. Bu, bir karıncanın zekayı sadece yuva yapabilme kabiliyeti olarak tanımlamasına benzer. Belki evren, zeka ile dolup taşıyor; ama bizim için tamamen görünmez ve anlaşılmaz formlarda.

Bilim, insan algısının uzantısıdır. Ne kadar gelişirse gelişsin, bilimsel araçlar yine insan algısına ve kavram sistemine dayanır. Bu yüzden, araçlarımızın kapasitesi de bizim evrimsel biyolojimizin sınırlarına zincirlenmiştir. Belki "keşfedilemeyen" değil; "algılanamayan" bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Tıpkı bir ses dalgasının frekansı dışında kalan seslerin bizim için sessizlik olması gibi. İnsanlık, algı sınırlarını her zaman aştığında yeni dünyalar keşfetti: Galileo teleskopunu gökyüzüne çevirdiğinde, çıplak gözle görünmeyen cisimlerin sonsuzluğunu gördü. Pasteur mikroskobunu toprağa çevirdiğinde, çıplak gözle görünmeyen yaşamın muazzamlığını keşfetti. Planck, atom altı dünyanın çılgın yasalarını açığa çıkardı. Bugün teleskoplarımız galaksiler arıyor. Yarın belki, algımızı genişleten yeni bir araç, bambaşka bir varlık düzlemine kapı aralayacak ve o gün, Fermi Paradoksu'nun aslında bir perde olduğunu göreceğiz; bizim varoluşumuzun üzerine çekilmiş bir perde.

Fermi Paradoksu'nun gerçek trajedisi, dışarıda kimsenin olmaması değil, bizim asla başkalarını tanıyamayacak kadar sınırlı olmamız olabilir. İnsanın yalnızlığı, fiziksel bir yalnızlık değil; epistemolojik bir yalnızlıktır. Kendi algısına hapsolmuş bir türün sessiz çırpınışıdır bu. Belki evren, zeka doludur. Belki evren, yaşamla taşmaktadır. Ama bizim için, hepsi birer sessizlik dalgasıdır. Şimdi bu sessizliğe farklı bir gözle bakalım: Belki de evren sessiz değildir. Belki de evren şarkı söylüyordur ama bizim şarkımızı değil. Biz, kendi melodi aralığımızda bir şarkı arıyor, başka türlü şarkıları sessizlik sanıyoruz. Bu, Sartre’ın varoluşçuluğuyla da birleşir: İnsan, dünyaya atılmıştır ve anlamı kendi yaratmak zorundadır. Evren anlamlı ya da anlamlı olmayan bir yer değildir; o sadece vardır. Biz, ona anlam yükleyen varlıklarız ve Fermi Paradoksu, belki de, evrenin kayıtsızlığının değil, anlam arayan bir bilincin trajedisidir.

Fermi Paradoksu, yıldızlara bakarken yıldızlardan çok kendimizi görmemizi sağlar. Sınırlarımız, arzularımız, korkularımız… Ve belki de en derin keşif, başka bir uygarlık bulmak değil, kendi bilinç sınırlarımızı aşmaya çalışmak olacaktır. Çünkü evrenin sessizliği, belki de, kendi sesimizi duyamayışımızdan ibarettir. Bazen yıldızlara bakarken onların sessiz olduğunu düşünürüz. Oysa belki de yıldızlar kendi şarkılarını söylüyor ama biz kulaklarımızı henüz o şarkıya açmayı bilmiyoruz.