-AstroEge-
Big Bang’in Ötesinde Görünmeyen Yapılar ve Varlığın Belirsizliği
Big Bang teorisi evrenin başlangıcı olduğu kabul edilen bir teori olarak bilinmektedir. Peki, sizce gerçekten öyle midir? Bu bloğumuzda Big Bang teorisini öğrenip fizik yasaları ve kanıtlar ile doğru sonuca varacağız.
BLOG
5/26/20255 min read
Modern kozmolojinin temel taşı olan Big Bang Teorisi, evrenin 13,8 milyar yıl önce çok yoğun ve sıcak bir noktadan genişleyerek bugünkü haline ulaştığını savunur. Bu teori, gözlemsel verilerle oldukça güçlü bir şekilde desteklenir; ancak evrenin yapısına dair hâlâ cevaplanamayan pek çok soru vardır. Bazı kavramlar vardır ki örneğin tekillik, karanlık madde ve karanlık enerji gibi bu kavramlar yalnızca fiziksel bilgiyle değil, aynı zamanda felsefi düşünceyle anlaşılmaya muhtaçtır. Bilimin susmaya başladığı yerde, felsefe konuşur. Bu yazıda, Big Bang teorisinin sınırlarında yer alan bu üç kavramı bilimsel temelde açıklayıp, ardından felsefi açıdan sorgulayacağız. Çünkü evrenin başlangıcı yalnızca fiziksel bir olay değil; aynı zamanda bilinçli varlığın anlam arayışının da başlangıcıdır.
Tekillik, fiziksel büyüklüklerin (yoğunluk, sıcaklık, eğrilik) matematiksel olarak sonsuz hale geldiği noktalardır. Genel görelilik kuramı (Albert Einstein, 1915), uzay-zamanın büyük kütleler tarafından eğrildiğini ve bu eğriliğin kütleçekimi olarak hissedildiğini söyler. Ancak denklemler belirli koşullarda çöker: özellikle tüm evrenin bir noktaya sıkıştığı düşüncesinde. Bu durum, Big Bang tekilliği olarak bilinir. 1940’larda George Gamow, ardından 1960’larda Stephen
Karanlık madde, elektromanyetik ışınım ile etkileşmeyen, dolayısıyla doğrudan gözlemlenemeyen bir madde türüdür. Evrenin toplam maddesel içeriğinin yaklaşık %85’i karanlık maddeden oluşur. Varlığı şu gözlemlerle desteklenmiştir:
Galaksi Dönüş Eğrileri: Spiral galaksilerin dış kısımları, Newton fiziğine göre yavaş dönmelidir. Ancak gözlemler, bu bölgelerin de hızlı döndüğünü gösteriyor. Görünmeyen bir madde kütlesi bu farkı açıklıyor.
Kütleçekimsel Mercekleme: Büyük kütleler, arkasındaki ışığı büker. Bu bükülme, görünen maddenin yaratabileceğinden çok daha büyükse, ek bir görünmeyen kütlenin varlığına işaret eder.
Bu radyasyonun küçük dalgalanmaları, evrenin kütle dağılımına dair bilgi verir. Gözlemler, karanlık maddenin varlığını zorunlu kılar.
Hawking ve Roger Penrose, bu tekilliğin varlığını matematiksel olarak göstermiştir. Penrose-Hawking tekillik teoremleri, belirli enerji koşulları altında genel göreliliğin kaçınılmaz olarak tekilliğe götürdüğünü savunur. Ancak bu sonsuzluklar fiziksel gerçeklikten çok, teorik modellerin sınırlarını işaret eder. Bu yüzden modern fizikçiler, tekilliği evrenin “gerçek başlangıcı” değil, mevcut teorilerin geçersizleştiği bir eşik olarak görürler. Örneğin kuantum kütleçekimi tekilliği çözümlemek için hem kuantum fiziğini hem de kütleçekimini birlikte açıklayan bir teori gerekir (sicim teorisi, döngüsel kuantum kütleçekimi). Planck Zamanı yani evrenin başlangıcından 10⁻⁴³ saniye sonraki an. Bu zaman diliminin ötesinde fiziksel yasalar geçersizdir. Bilgi teorisinde (epistemolojide), bilginin sınırları en çok kozmolojik tekilliklerde görünür. Eğer zaman, mekân ve nedensellik tekillikte tanımsız hâle geliyorsa, "başlangıç" kavramı ne kadar anlamlıdır? Varlığın bir "ilk nedeni" olup olmadığı sorusu burada belirginleşir. İdealist bir yaklaşımda (örneğin Platoncu düşüncede), gerçeklik fiziksel olmaktan çok zihinsel bir yapı olabilir. Belki de zamanın başlangıcı dediğimiz şey, yalnızca gözlemcinin epistemik yapısının bir sonucudur. Heidegger bu noktada şöyle der: “Varlık, gizlenerek ortaya çıkar.” Tekillik, görünürde bir boşluk değil; anlamın öncesi olabilir.


Burada ontolojik (varlıkbilimsel) bir sorunla karşılaşırız: Görünmeyen bir şeyin varlığını, yalnızca etkilerinden nasıl bilebiliriz? Platon'un idealar dünyası, fiziksel alemden bağımsız ama ona biçim veren yapılarla doludur. Karanlık madde de bu anlamda bir tür gölge gerçekliktir , gözlemlenemeyen ama zorunlu.
Bu, bilginin doğası hakkında bir soruyu da gündeme getirir: Bir şeyin varlığı, onu gözlemlemeden anlaşılabilir mi? Modern bilimde cevabımız evet. Ancak bu aynı zamanda şunu gösterir: Evren, bizim algımızın çok ötesinde bir yapıya sahiptir. Karanlık madde, bilinmezliğin içindeki düzendir.
1998’de iki ayrı süpernova araştırma ekibi, uzak süpernovaların beklenenden daha soluk olduğunu keşfetti. Bu, evrenin genişleme hızının zamanla arttığını gösteriyordu. Genişleme, sadece sürmüyor; ivmelenerek artıyordu. Bu olgu, uzay boşluğunda gizli bir itici gücün varlığını gerektiriyordu. Bu itici güce biz ‘’Karanlık enerji’’ diyoruz. Karanlık enerji evrenin enerji içeriğinin %68’ini oluşturur. Einstein’ın kozmolojik sabiti (Λ) ile açıklanabilir (uzayın kendisinin bir enerjiye sahip olması). Ancak karanlık enerjinin doğası bilinmemektedir. Hatta karanlık enerji, termodinamik yasalarla çelişmeden genişlemeyi nasıl hızlandırdığı konusunda fiziksel anlamda büyük bir gizemdir.
Karanlık enerji, yalnızca fiziksel bir fenomen değil; ontolojik bir metafordur. Evrende her şey birbirinden uzaklaşıyor. Gelecekte, uzak galaksilerin ışığı bize hiç ulaşamayacak. Kozmolojik ölçekte bir yalnızlaşma söz konusudur. Bu, insanın varoluşsal yalnızlığına benzer. Jean-Paul Sartre'ın dediği gibi: “İnsan özgür olmaya mahkûmdur.” Evren de izolasyonun kaçınılmaz kaderine doğru genişlemeye mahkûm olabilir. Buradan şu soruya varırız: Karanlık enerji, varlık ve boşluk arasında bir geçiş midir? Evrenin “neden var olduğu” sorusuna cevap değil ama neden çözülmeye başladığını gösteren bir işaret olabilir.
Big Bang, evrenin her yönden aynı anda genişlemeye başladığı bir olaydır. Tersine mühendislikle, bugünkü genişlemeyi geriye doğru izleyerek bu modele ulaşırız. Temel kanıtları:
Kozmik Mikrodalga Arka Plan Işıması (CMB): 1965’te keşfedilen bu ışınım, evrenin 380.000 yıl sonraki halinden kalma bir “fosildir”.
Hubble Yasası: Galaksilerin bizden uzaklaştıkça kırmızıya kaymaları, genişlemeyi gösterir.
Hafif Element Bolluğu: Big Bang Nükleosentezi, evrenin erken döneminde hidrojen, helyum, lityum gibi elementlerin oranlarını doğru tahmin eder.
Ancak Big Bang, her şeyin “hiçlikten” bir anda var olması anlamına gelmez. Bu, çoğu zaman yanlış anlaşılır. Daha çok “şu andaki gözlemlenebilir evrenin fiziksel ve geometrik başlangıcıdır”. Big Bang, bilinçli varlıkların evrimleşebileceği fiziksel koşulları başlatan bir "koşul" olabilir. Antropik İlke, evrenin sabitlerinin yaşam için hassas şekilde ayarlanmış olduğunu söyler.

Big Bang Teorisi örnek videosu/NASA
Burada şu soru ortaya çıkar: Evren, yaşamı mümkün kıldığı için mi anlamlıdır? Yoksa anlam, bilinçli varlıkların ortaya çıkışıyla mı oluşur? Belki de evren, anlamlı değil ama anlamı mümkün kılan bir yapı. Big Bang, yalnızca maddenin değil, algının, bilincin ve anlamın ortaya çıkış koşuludur. Evrenin başlangıcına ulaşamıyor olabiliriz, çünkü bu başlangıç bizimle yazılmaktadır.
Tekillik, karanlık madde, karanlık enerji… Bunlar yalnızca bilimsel terimler değildir. Bunlar aynı zamanda bilginin, varlığın ve anlamın sınırlarını işaret eden yapısal kavramlardır. Big Bang Teorisi, evrenin fiziksel başlangıcını açıklarken, aynı zamanda felsefi bir soruşturmayı da tetikler: “Evreni anlamaya çalışmak, aynı zamanda kendimizi anlamaya çalışmaktır.” Bilim bize evrenin nasıl işlediğini söyler; felsefe ise neden böyle olabileceğini sorar ve belki de en değerli bilgi, bu ikisinin buluştuğu çizgide doğar.